Türkiye’de son dönemde yüksek enflasyon ve bütçe açığı baskısı, maliye politikasını gelir artırıcı önlemler ve kayıt dışılıkla mücadele eksenine yönlendirdi. Bu bağlamda vergi denetimleri daha yoğun, risk odaklı ve veriye dayalı hale geldi.
Bu yeni yaklaşımın somut örneklerinden birisi de kısa süre önce hayata geçirilen Yüksek Gelir Grupları Gözetim ve Uyum Programıdır. Kamuoyunda geniş yankı uyandıran bu denetimler, “Nereden Buldun geri mi geliyor?” sorusunu yeniden gündeme taşıdı.
Program kapsamında, şirket ortaklığı olmasına rağmen düşük ya da sıfır gelir beyan eden, buna karşılık banka hareketlerinde, kredi kartı harcamalarında ve servet unsurlarında kayda değer artış görülen 10 bin kişi izaha davet edildi. Gönderilen yazılarda, iki yıla ait (2023,2024) kredi kartı harcamaları, banka hesaplarına giriş-çıkışlar, taşınmaz ve araç alım satımları gibi detaylar yer aldı. Amaç, mükellefin gönüllü şekilde izahat yapması ve gerekirse eksik beyanlarını düzeltmesi. Ayrıca, şirket kaynaklarının ortakların şahsi hesaplarına örtülü kâr dağıtımı, borçlanma veya kayıt dışı kazanç aktarımı yoluyla kullanılıp kullanılmadığı da hedefler arasında.
Bu aşamada henüz klasik anlamda bir vergi incelemesi yapılmamakta; ancak izahatın yetersiz bulunması durumunda süreç, vergi incelemesine dönüşme potansiyeli taşımaktadır.
“Nereden Buldun?” Yaklaşımı ve Geçmiş
Uygulamaya alınan program, 1998’de kabul edilip 1999’da yürürlüğe girmesi öngörülen, kamuoyunda ‘Nereden Buldun Yasası’ olarak bilinen 4369 sayılı Kanun’u akıllara getirdi. Bu düzenleme, vergiye tabi gelirin tanımını radikal bir şekilde değiştirmiş, kaynak teorisi yerine net artış teorisini getirmişti. Kısaca, bir kişinin servetindeki net artış, kaynağı ne olursa olsun gelir sayılacak; harcama ve servet artışı beyanla uyumlu olmak zorunda olacaktı. Böylece “Nereden buldun?” sorusunun yasal dayanağı oluşacaktı. Ancak kamuoyundan gelen tepkiler, denetim altyapısından kaynaklanan zorluklar, ekonomik ve politik konjonktürün doğurduğu etkiler nedeniyle yasa uygulanması önce ertelendi, sonra 2003’te tamamen yürürlükten kaldırıldı.
Yeni Dönem: Veri ve Davranışsal Uyum
Bugün ise benzer bir mantık, kanuni bir düzenleme yerine gelişmiş veri analizleri ve risk odaklı denetimlerle ‘gönüllü uyum’ şemsiyesi altında fiilen uygulanmaya çalışılıyor. Maliye, sahip olduğu kapsamlı veri tabanı, dijitalleşme ve yapay zekâ desteği sayesinde mükelleflerin gelir, harcama ve servet hareketlerini yüksek doğrulukla analiz ediyor. Bu verilerden hareketle otomasyon ve veri madenciliği teknikleriyle harcama davranışları ve finansal akışları risk skorlarına dönüştürülmekte ve bu skorlar doğrultusunda mükelleflere gönüllü uyum çağrıları yapıyor.
Temel varsayım, harcamaların ve varlık artışının, beyan edilen gelirle uyumlu olmasıdır. Denklemde fark varsa, bu beyan dışı gelir şüphesi doğuruyor. Bu şüphenin vergi alınması anlamına gelecek hukuki işleme dönüşmesi süreci ve sonuçları ise zor ve sıkıntılı. İşte bu nokta, madalyonun öbür yüzü.
Bu denetim tekniği, adeta örtülü bir “Nereden Buldun” yaklaşımını akıllara getiriyor. Ne var ki, bu yöntemi destekleyen açık bir yasal düzenleme veya güçlü bir ispat altyapısı henüz mevcut değil. Uygulamaların esasen mükellefler üzerinde caydırıcı bir etki yaratmayı amaçladığı anlaşılıyor.
Maliye, bir süredir yeni bir denetim paradigması oluşturmanın yollarını arıyor. Bu son proje de bu arayışın somut bir yansıması niteliğinde. Ancak bunun ileride yasal bir çerçeveye kavuşarak sistematik bir uygulamaya dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.
Dünya Uygulamaları: Kim Nasıl Denetliyor?
Harcama ve servetten gelire ulaşma yaklaşımı, yani mükellefin beyan ettiği gelir düzeyinin harcama kalıpları ve servet birikimi ile karşılaştırılması, gerçekten de pek çok gelişmiş ülkede vergi idarelerinin kullandığı tamamlayıcı bir denetim tekniğidir. Fikir vermesi açısından bazı ülke örneklerini şöyle özetleyebilirim:
Amerikan Gelir İdaresi (IRS), “Net Worth Method” ve “Lifestyle Audit” yöntemlerini kullanır. Mükellefin servet artışı ve harcamaları, beyan edilen gelirle karşılaştırılır. Fark varsa beyan dışı gelir sayılır. IRS somut hesaplama yapar; mükellef, farkın kaynağını (örneğin miras, hediye, borç) kanıtlamak zorundadır.
İngiltere Gelir İdaresi (HMRC), “Connect System” ile 1 milyardan fazla veri kaynağını analiz eder. Banka, tapu, kredi kartı, sosyal medya ve seyahat kayıtları dijital olarak eşleştirilir. Uyumsuzluk tespit edilirse mükellefe önce dostane uyarı mektubu gönderilir. Açıklama yetersizse detaylı vergi denetimi devreye girer.
Almanya Gelir İdaresi, riskli veya şüpheli durumlarda “Lebensführungskostenprüfung” yani yaşam giderleri incelemesi yapma yetkisine sahiptir. Almanya’da vergi denetimlerinin temel dayanağı, klasik defter ve belge incelemesidir. Ancak, mükellefin beyanlarının gerçeğe uygun olmadığı kanaatine varılırsa, idare “Schätzung” adı verilen tahmini tarh yöntemine başvurarak dolaylı gelir tespiti yapabilir. Bu durumda, mükellefin yaşam standardı, harcama kalıpları ve servet birikimi, beyan edilen gelirle kıyaslanarak aradaki olası fark tahmini olarak vergilendirilebilir.
Fransa’da ise yüksek servet sahibi bireyler, beyan ettikleri gelirle yaşam tarzları ve servet artışları arasında uyumsuzluk şüphesi bulunması durumunda, “Contrôle sur place” (yerinde denetim) yöntemiyle kapsamlı bir şekilde incelenebilir. Bu yerinde denetim sürecinde müfettişler, mükellefin mali belgelerini, banka hesap hareketlerini, taşınmaz ve lüks varlık edinimlerini yerinde kontrol eder; tespit edilen harcama ve servet unsurları, beyan edilen gelirle karşılaştırılarak olası farklar destekleyici kanıt olarak değerlendirilir.
Kısa Bir Değerlendirme
Maliye’nin başlattığı bu yeni denetim uygulaması, yüksek gelir gruplarının harcama ve servet artışlarını beyan edilen gelirle uyumlu hale getirmeyi, örtülü kazanç aktarımını ve kayıt dışılığı önlemeyi; ayrıca vergide adaleti güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu yönüyle, kayıt dışı ekonomiye karşı davranışsal uyumu artırmaya yönelik yeni bir “deneme” niteliği taşıyor.
Ancak bu yaklaşımın başarısı, yalnızca teknolojik veri analizine ve izahat çağrılarına dayanmakla sınırlı kalırsa, kalıcı ve sistematik bir sonuç üretmesi zor görünüyor. Çünkü yasal arka plan, yerleşik bir ispat hukuku altyapısı ve yargı boyutunda sürdürülebilir bir mekanizma oluşturulmuş değil.
Kayıt dışı ekonomi kalıcı biçimde kontrol altına alınmadan, vergi sistemi adil ve etkin bir seviyeye yaklaştırılmadan bu tür denetim araçları tek başına sağlıklı sonuçlar vermez.
Bu nedenle atılacak en doğru adım; önce kayıt dışı ekonomiyi sistematik önlemlerle küçültmek, vergiye gönüllü uyumu teşvik edecek adil ve etkin bir sistem inşa etmek, ardından bu tür davranışsal ve risk odaklı denetimleri güçlü bir yasal çerçeveyle kalıcı hale getirmektir.