1- GİRİŞ

Yargıtay kararlarında soyut ve somut işveren kavramları tanımlanmıştır. Tüzel kişiler yönünden tüzel kişinin kendisi soyut işveren, tüzel kişinin organı ise somut işveren sıfatını haizdir. Ticaret şirketleriyle tüzel kişilerde somut işveren sıfatını taşıyan organ bir kurul olabileceği gibi tek başına bir kişiye verilen yetki çerçevesinde bir gerçek kişinin de organ sıfatını kazanması mümkündür. Limited şirket, hisseli komandit ve kolektif şirketlerde şirketi yönetim yetkisi şirket ortaklarından birine bırakıldığında bu kişi müdür sıfatıyla kişi organ sayılır.[1]

Soyut işveren, işin görülmesini isteyen işyerinin maliki olan kimsedir. Somut işveren ise, emir ve talimat verme yetkisi olan ve işyerini yöneten kişidir. Mesela, işyeri sahibinin fiil ehliyetinin bulunmaması halinde kanuni temsilcisi somut işverendir. Ya da iflas halinde iflas idaresi somut işverendir.[2]

Tüzel kişi işveren bir özel hukuk tüzel kişisi (şirket, dernek, vakıf, sendika vb.) olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de (üniversite, belediye vb.) olabilir. Ayrıca tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar da işveren sayıldığından, işçi çalıştıran ve tüzel kişiliği olmayan bakanlıklar gibi kamu kurumlan ve adi şirket gibi özel hukuk kuruluşlarının da işveren sayılacağı ifade edilmektedir.[3]

İş sözleşmesinin tarafı olan tüzel kişinin, iş görme ediminin alacaklısı olarak işin görülmesini isteme hakkına sahip olduğu, buna karşılık emir ve talimat verme yetkisinin zorunlu olarak tüzel kişinin organı tarafından kullanıldığı, böylece tüzel kişinin soyut işveren, tüzel kişinin organının ise somut işveren sıfatına sahip olduğu belirtilmektedir.[4]

Bu çalışmada, tüzel kişilikler açısından iş kazalarında soyut işverenlerin mi yoksa somut işverenlerin mi sorumlu tutulacağı konusu yargı kararları ışığında ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde işlenecektir.

2- İŞVERENLERİN SORUMLULUKLARI

Bir iş yerinde meydana gelen iş kazalarında işverenlerin sorumluluklarının iki boyutu vardır. Bunlar işverenlerin hukuksal ve cezai sorumluluklarıdır.

a) İşverenlerin hukuksal sorumluluğu: İş kazalarında işverenlerin hukuksal sorumluluğu; 4857 sayılı İş Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ndan doğmaktadır. 

İşverenin 4857 sayılı Kanundan doğan sorumluluğu; iş kazasına uğrayan işçiye ve şayet ölümlü iş kazası meydana gelmiş ise işçinin desteğinden yoksun kalan mirasçılarına karşı iş kazasının ve tarafların niteliklerine göre maddi ve manevi tazminat sorumluluğudur. İşverenin bu sorumluluğunun temeli ise iş kazasının meydana gelmesinde kusurunun olup olmadığı ile ilgilidir. İşverenin kusur araştırması yapılırken iş güvenliği mevzuatına göre hangi önlemlerin alınmasını gerektiği, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığı ve alınmış önlemlere sigortalı işçinin uyup uymadığı uzman iş güvenliği bilirkişiler tarafından tartışılır ve belirlenir.

İşverenin 5510 sayılı Kanundan doğan sorumluluğu ise; iş kazasının meydana gelmesindeki kusuruna bağlıdır ve işveren Sosyal Güvenlik Kurumu’nun iş kazası nedeniyle uğradığı zararı kusuru oranında tazminle yükümlü kılınmıştır. SGK’nın zararı kapsamına ise iş kazası nedeniyle SGK tarafından iş kazasına uğrayan işçiye veya işçinin ölümü halinde bu Kanuna göre hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı girmektedir.

b) İşverenlerin cezai sorumluluğu: Meydana gelen iş kazalarında işverenlerin cezai sorumluluğu da bulunmaktadır. Türk Ceza Yasası’na göre iş kazası sonucu ölüm ya da yaralanma taksirli bir suçtur. Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen sonucun öngörülmeyerek gerçekleştirmesidir. Gerekli iş güvenliği önlemlerinin alınmaması taksirli davranış olarak kabul edilmektedir.

Yaralamalı iş kazaları neticesinde işverenlerin cezai sorumluluğuna gidilmesi kazaya uğrayan işçinin şikâyetine bağlıyken ölümle sonuçlanan iş kazalarında işverenin cezai sorumluluğuna resen gidilmektedir.

İşverenin cezai sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespitinde iş kazasının meydana gelmesinde kusuru olup olmadığı araştırılır. Burada yapılan kusur araştırmasında da işyerinde alınması gereken önlemlerin neler olduğu, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığı, işçinin alınan önlemlere uyup uymadığı hususları araştırılır. Duruma göre işverenin iş kazasının meydana gelmesinde asli kusurlu veya tali kusurlu olduğu belirlenmekte ve buna göre ceza tatbik edilmektedir.

İşverenlerin cezai sorumluluğunda önemli olan bir husus, tüzel kişi işverenlerin cezai sorumluluğudur. Ceza hukukunun genel ilkelerinden cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca ceza, suçu gerçekleştiren kişiye verilir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesine göre tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Bu nedenle tüzel kişilerin sorumluluğunda tüzel kişinin yönetim organı üyelerinin (anonim şirketlerde yönetim kurulu, limited şirketlerde şirket müdürü/müdürleri) cezai sorumluluğu doğmaktadır. Ancak burada da önem arz eden nokta tüzel kişiyi temsil eden organda görevli kişilerin tamamının cezai sorumluluğuna gidilip gidilemeyeceğidir. Tüzel kişiyi temsil eden organın üyeleri içerisinde iş mevzuatından doğan yükümlülükleri yerine getirmekle görevlendirilen üyeler olup olmadığının ve bu organ tarafından işyerinde iş mevzuatından doğan yükümlülükleri yerine getirmekle görev ve yetkilendirilen kişi yani işveren vekilinin olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Özellikle tüzel kişilerin iş hacminin ve buna paralel olarak da istihdam kadrosunun büyümesi ile tüzel kişilerin yönetim organı üyelerinin tamamı işin başında olup, işi bizzat yürütmemektedir. Bu nedenle de çoğunlukla işyerinde genel müdür, müdür, fenni sorumlu unvanına sahip, tüzel kişi ortağı ve yönetim organı üyesi bulunmayan işveren vekilleri görevlendirilmektedir. İşin yönetilmesi ve iş güvenliği mevzuatından kaynaklanan yükümlülüklerin de yerine getirilmesi yönünden yetkilendirilen işveren vekillerinin bulunduğu işyerlerinde meydana gelen iş kazalarında tüzel kişinin yönetim organı üyelerinin cezai sorumluluğuna gidilmemektedir. Elbette burada bir kişiye genel müdür, müdür, fenni sorumlu unvanı verilmesi işveren vekili olmasına ve dolayısıyla da cezai sorumluluğunun doğması için tek başına yeterli değildir. Bu kişinin İş Kanunu 2. Madde anlamında işveren adına hareket edip etmediği, işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görevlendirilmiş olup olmadığı, iş güvenliği mevzuatından doğan yükümlülükleri almakla görevlendirilip görevlendirilmediği hususlarının dikkatle araştırılması gerekmektedir.

3- SOMUT-SOYUT İŞVEREN AYRIMINDA HUKUKİ, İDARİ VE CEZAİ YAPTIRIMLARIN MUHATABI

Somut-soyut işveren ayrımının öneminin hukuki, idari ve cezai yaptırımların muhatabının saptanmasında ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. İş Kanunu veya iş sözleşmesinden kaynaklanan borçların yerine getirilmemesinden doğan hukuki sorumluluğun iş görme ediminin alacaklısı olan soyut işverene ait olduğu, soyut işverenin, yaptığı ödemeler için aralarındaki hukuki ilişkiye göre somut işverenlere ya da işveren vekillerine rücu edebileceği; buna karşılık cezai sorumluluğun yönetim ve talimat verme yetkisine sahip olan ve suçu oluşturan fiili gerçekleştiren somut işverene ait olacağı belirtilmektedir.[5]

Tüzel kişilerde yönetim hakkı ile emir ve talimat verme yetkisi zorunlu olarak tüzel kişilerin temsilcileri aracılığıyla kullanılır. Bu bakımdan tüzel kişiler yönünden tüzel kişinin kendisi soyut işveren, tüzel kişinin organı ise somut işveren sıfatını haizdir. Şirketlerde "somut işveren" şirketin organlarıdır. Bunlar yönetim kurulu veya müdürlerdir. İş kazalarında cezai sorumluluk bunlara aittir.[6]

Türk Medeni Yasası’nın 50. maddesinde tüzel kişilerin organlarının hukuki işlemleri ve diğer bütün fiilleriyle tüzel kişiyi borç altına sokacağı, organların kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumlu olacakları bildirilmiştir. Tüzel kişilerin borçlarından ötürü organlarının veya temsilcilerinin kişisel kusurları dışında şahsen sorumlu olacaklarına dair bir yasal düzenleme bulunmadığından, iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasında, olayın meydana gelmesinde kişisel bir kusuru bulunmayan şirket yetkilisinin bu sıfatla hukuki sorumluluğuna gidilemez. Bu nedenlerle, zararlandırıcı olayın meydana gelmesinde kişisel kusuru bulunmayan şirket yetkilisine yalnız bu sıfatı nedeniyle husumet yöneltilemez. Somut olayda, hükme esas 17.12.2008 havale tarihli bilirkişi kusur raporunda dava dışı A... Ltd. Şti. yetkilisi davalı N...'nun hangi nedenlerle kusurdan müştereken sorumlu olduğunun ve davalıya kişisel kusur verilip verilmediğinin açıkça belirtilmediği anlaşılmaktadır. Yapılacak iş; olayın meydana gelmesinde davalı N...'nun kişisel kusuru bulunup bulunmadığının da değerlendirilmek üzere işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerden yeniden kusur raporu alınarak, çıkacak sonuca göre bir karar verilmesinden ibarettir. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir..[7]

506 Sayılı Yasanın 26. maddesi hükmünde öngörüldüğü üzere işveren ya da 3. kişilerin rücu alacağından sorumluluğu kasta ya da kusura dayanmakta olup, şahsi kusurları saptanamayan şirket ortaklarının tüzel kişiliğin kusurundan dolayı bu sıfatla kurumun rücu alacağından sorumlu tutulmaları da kanun hükümleri karşısında imkânsızdır (506 sayılı SSK. m. 26) (6762 sayılı TTK. m. 206, 242).[8]

İşverenin gerçek veya tüzel kişi olmasının bu davalarda taraf olma yönünden farkı bulunmamaktadır. Ancak, tüzel kişiliği belirgin olan bir işverenin varlığı halinde, bu tüzel kişinin ortaklarının davada hasım olarak gösterilmesi mümkün değildir. Ne zaman tüzel kişilik ortadan kalkar ve hukuken varlığı sona erer, bu tarihte, ortakların sorumluluğu sorumlu olur. Sorumlu olmayanlar arasında tüzel kişilik devam ettiği sürece şirket ortaklarını sayarak şu yorumda bulunmuştur. Kabul edildiği üzere; işveren olarak gözüken tüzel kişiliğin devamı süresince, ortaklar ayrıca rücu davasının davalısı olarak gösterilemezler. Kuşkusuz, kişisel kusurluluk bu durumun istisnasıdır.[9]

İş Hukukundan kaynaklanan hukuksal sorumluluğun, soyut işverene ait olduğu ve bu alandaki muhatabının tüzel kişi, ticari şirkete ait olduğu aşağıdaki kararlarda açıkça ortaya konmuştur. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 17.09.1997 gün E. 1997/ 13566, K. 1997 15607 sayılı kararında aynen şöyle demektedir: “Dava dilekçesinde ileri sürülen iddialar ve dosya içeriğine göre hakkında hüküm kurulan A.G’nın işyerinin sahibi, anonim şirketin yönetim kurulu başkanı ve ortağı olması husumetin kendisine tevcihini gerektirmez. Böyle olunca husumet yönünden bu davalı hakkındaki davanın reddine karar verilmelidir.” Aynı daire bir başka kararında ise : “Davacı, davalılardan K. İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş’ye ait işyerinde çalışmış olup, temyiz eden diğer davalı N.K. anılan şirketin idare meclisi üyesidir. İşçilik haklarından sadece anonim şirketin sorumlu tutulması gerekirken diğer davalı N.K’de sorumlu tutulması hatalıdır. Buna göre N.K hakkındaki kararın husumet nedeniyle reddedilmesi gerekir.” (Yargıtay 9. HD 08.05.1997 gün 1997/4225– 8470) Sonuç olarak; belirtilen hukuksal durumlarda işçilerine karşı soyut işverenin sorumluluğu söz konusudur. Aynı şekilde tüzel kişi olan Limited şirket hakkında dava açılması durumunda ayrıca ortak hakkında dava açılması kabul edilmemiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 17.10.1994 gün 1994/12030-17673 sayılı kararında aynen: “…Dava doğrudan iş kazası nedeniyle sorumlu olan işveren hakkında 506 sayılı yasanın 26/1. maddesine göre açılmıştır. Davalı olması gereken gerçek işveren ise X İnş. Ltd. Şti.’dir. Tüzel kişiliği olan bu şirket hakkında davanın açılmış olması yanında, ayrıca ortak olan davalı H.K.’ın davalı olarak sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…” denilmiştir. Görüldüğü üzere, Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca soyut tüzel kişilerin sorumluluğu söz konusu olup şirket organlarının sorumluluğu ön görülmemiştir.[10]

4- KONUYA ŞİRKETLER VE TAZMİNAT HUKUKU AÇISINDAN BAKIŞ

Hukuk sistemimizde şirket ortakları, alacaklılara karşı ŞİRKET BORÇLARINDAN sorumlu değildirler. Şirket borçlarından sorumluluk yalnızca Şirket Tüzel Kişiliğinindir. Diğer bir ifadeyle; şirketin malvarlığı varsa; (şirket adına kayıtlı araç, gayrimenkul veya mevduat v.s. gibi menkul ve gayrimenkul mal varlığından) alacaklılar alacaklarını tahsil cihetine gidebilirler. Ancak alacaklı olan gerçek veya tüzel kişi niteliğindeki 3. şahıslar şirket ortaklarının şahsi malvarlıklarına müracaatla alacaklarını tahsil yoluna gidemezler.

Limited şirketlerde ortaklar, şirket alacaklılarına karşı değil, sadece ve sadece şirketin tüzel kişiliğine karşı sorumludurlar. Başka bir ifadeyle; şirket ortakları yalnızca ana sözleşme gereği, şirkete koymayı taahhüt ettikleri sermaye miktarı ile sorumludurlar. Örneğin Şirket ana sermayesi 50.000- TL ise ve her biri %50 şer hisse sahibi iki ortak varsa, (limited şirketlerde en az iki ortak bulunması yasa gereğidir) her iki ortak da 25.000-TL ile sınırlı olarak ve taahhüt edip ödemedikleri sermaye miktarında sorumluluk altına girerler.

Bu noktada dahi alacaklıların doğrudan doğruya şirket ortaklarına karşı takip yapma hakkı yoktur. Şirketin ödenmeyen sermaye alacağını takip hakkı, şirketin faaliyetinin sona ermesi halinde tasfiye memurlarının veya iflası halinde iflas idaresinindir. Ancak şirket müdürünün mali olarak sorumluluğunu düzenleyen herhangi bir mevzuat hükmü olmadığından şirket müdürlerine sorumluluk yüklenilerek sorumlu tutulması hukuken mümkün değildir.

İşveren olarak limited şirketlerde şirketin makul sayıda çalışanı varsa, şirket ortağı ve aynı zamanda müdürü iş yoğunluğundan, iş güvenliği denetim ve kontrolü ile uğraşamaz durumda ise bu kez iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili olarak, limited şirketlerde ise müdürler kurulu kararı ile İŞVEREN VEKİLİ sıfatı ile sorumlu atayabilirler. Bu durumda İŞVEREN VEKİLİ olarak atanan kişi, ceza yaptırımı bakımından muhatap kişidir. Ancak bu atamanın basit ve salt sorumluluktan uzaklaşmak için yapılan bir atama olması halinde şirket hakim ortaklarının sorunluluktan kurtulamayacağının da altını çizmek gerekir.
Ancak, tazminat, rücu gibi davalar yönünden ise (hukuki olarak) işveren vekilinin doğrudan sorumluluğu bulunmamakta, sorumluluk, tüzel kişiye ait bulunmaktadır. 
Kaza geçiren işçi kendisi, hayatını kaybetmişse hak sahipleri Borçlar Kanunu hükümlerine göre işveren şirkete maddi manevi tazminat davası açabilirler. Dikkat edileceği üzere bu durumda dahi şirket müdürüne davanın yöneltilmesi mümkün değildir.

İşçi olarak çalışan kişinin ölümü nedeniyle şahsi sorumluluk tazminat hukuku bakımından geçerli ve talep edilebilir olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

İş Hukukundan kaynaklanan hukuksal sorumluluğun, soyut işverene ait olduğu ve bu alandaki muhatabının tüzel kişi, ticari şirkete ait olduğu yukarıda arz ettiğimiz kararlarda açıkça ortaya konmuştur.

Yargıtay’ın istikrar kazanmış görüşüne göre işverenin işyerinde meydana gelen iş kazaları nedeni ile hukuksal sorumluluğu yasa ve içtihatlarla belirlenmiş, ayrıksı durumları dışında bu sorumluluk kusura dayandırılmıştır.

İşverenin iş sağlığı ve güvenliğine aykırı hareketi ile işçinin zarara uğraması sözleşmeye aykırılık oluşturur ve yasal dayanağını Borçlar Kanununun 96. ve 332. maddesinden alır.

Yargıtay; iş kazalarından kaynaklanan tazminat davaları nedeniyle vermiş olduğu kararlarda tarafların soyut işveren ve kazalı ile 3. kişilerin kusuru olup olmadığı konusunda kusur araştırılması istemekte, işverenlerin sorumluluğu ile ilgili bilirkişilerin düzenleyecekleri kusur raporlarında İş Kanunu’nun 77. maddesi koşulları göz önünde tutularak ve işyerinin niteliğine göre uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarının incelenmek suretiyle iş yerinde alınması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemlerin alındığı hangilerinin alınmadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususların ayrıntılı bir şekilde incelenmek suretiyle işveren kusurunun saptanmasının gerektiği hüküm altına alınmaktadır

Bu arada ilave edilmelidir ki, tüzel kişi işverenin sorumluluğu, meydana gelen zararla işveren arasındaki illiyet bağının kesilmesi, mücbir sebep veya kusurunun tamamının veya bir kısmının kazalı işçide olması durumunda ortadan kalkmaktadır.[11]

Ticaret şirketi organı olan kişiler ile işveren vekilleri arasında sorumluluğun belirlenmesi açısından şu kurallar göz önünde tutulmadır:

  • Tüzel kişi organının sürekli olarak işin başında bulunup ve işi bizzat yönetmesinin ve izlemesinin mümkün olmadığı,
  • İşletmelerde uzmanlaşmanın yapıldığı,
  • İşyeri hacminin genişliği nedeniyle işverenin bizzat işi yönetmesinin mümkün bulunmadığı,
  • İşyerinde gerekli organizasyon yapılarak sorumlu genel müdür, koordinatör, müdür, fenni sorumlu, ustabaşı gibi ortak statüsünde bulunmayan işveren vekillerinin yöntemince görevlendirildiği, durumlarda doğrudan şirket organı kişilerin sorumlu tutulmayacağı ve sorumluluğun doğrudan işveren vekillerine ait olacağı.[12]

Bu nedenlerle  kazanın olduğu gün işyerinde bulunan ustanın bir nevi işveren vekili gibi sorumlu tutulması, işyerinde devamlı surette bulunmayan şirket müdürünün bu konuda sorumlu tutulmaması gerekmektedir.

İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğu öncelikle kusura dayanmaktadır. Kusur sorumluluğunda, sorumluluğun doğması için kusur unsuru yanında, zarar, nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının da bulunması gerekmektedir. Ancak kusur unsuru, sorumluluğun kurucu unsurudur. Kusur yanında, işverenin sorumluluğuna gidilebilmesi için, işyeri koşullarından kaynaklanan tehlike ile ortaya çıkan zarar arasında uygun nedensellik bağının da bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde işverenin sorumluluğuna gidilemez.

Limited şirket, alacaklılara karşı bütün malvarlığı ile yani sınırsız olarak sorumludur. Başka bir deyişle, şirketten alacaklı olanlar ancak, tüzel kişiliğe sahip olan, şirkete başvurmak zorundadırlar. Dolayısıyla şirkete ait işyerinde meydana gelen kazadan ötürü hak kaybına uğradığını iddia eden kimsenin şirket aleyhine dava ikame etmesi gerekmektedir. Limited şirket ortağına yönelen hak talepleri şirketler hukuku açısından yerinde değildir.

Ancak, alacaklının ortak hakkında alacak talebinde bulunurken ya da dava açarken “ortağa başvurma hakkının doğduğunu” yani yukarıda belirtilen durumlardan birinin gerçekleştiğini ispat etmesi gerekir. Bu ispat sonrasında şirket alacaklılarının haklarını teminat altına almak için şirket ortaklarının şahsi malvarlıklarına haciz veya tedbir konulması hususunda titiz davranılması, ortakların mal kaçırmaya ya da mal kaçırma durumları saptanmadan ihtiyati tedbir talepleri yerine getirilmemelidir. Ayrıca tedbir konulacak olan miktar ile tedbir konulan malvarlığının orantılı olması gerekmektedir. Şirket veya şahısların mahfına neden olacak nitelikte tedbir talepleri verilmemelidir.

İşverenin hukuki sorumluluğunun niteliği esas itibariyle kusur sorumluluğu ile kusursuz sorumluluk olarak ikiye bölünmüş durumdadır.[13] Bunun yanında, son dönem yargı kararlarında kusurun objektifleştirilmesi yaklaşımının benimsendiği görülmektedir. 

İş sağlığı ve güvenliği yönünden kusur, işverenin kendisi için sözleşme ya da mevzuatla getirilmiş olan yükümlülüklere aykırı davranmasını ifade etmektedir.[14] Bahse konu aykırılıklar kaza sonucu düzenlenen kusur raporlarında ortaya konulmaktadır. İş kazası sonucunda düzenlenen raporlarda kusur durumu saptanırken, iş güvenliği mevzuatına göre hangi önlemlerin alınması gerektiğinin, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığının ve alınmış önlemlere sigortalı işçinin uyup uymadığının tartışılması gerekmektedir. İşverenin tamamen kusursuz kabul edilebilmesi için, işyerindeki işçilerin sağlığı ve iş güvenliğini sağlamaya yönelik her türlü tedbiri almak, uygun çalışma ortamı hazırlamak, araçları noksansız bulundurmak, işçileri etkin bir biçimde denetlemek, gözetlemek, bütün yükümlülüklerini özenle yerine getirmek gerekmektedir. 

Kusur yanında, işverenin sorumluluğuna gidilebilmesi için, işyeri koşullarından kaynaklanan tehlike ile ortaya çıkan zarar arasında uygun nedensellik bağının da bulunması gerekmektedir. Aksi takdirde işverenin sorumluluğuna gidilemez. Nedensellik bağı ise; mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebilir.[15]

İş kazası, sadece işyeri çalışanı olmayan üçüncü kişinin veya kazayı yapan işçinin kendi kusurlu eylemi sonucunda meydana gelmişse, işveren nedensellik bağı kesildiğinden dolayı kazadan sorumlu tutulamaz. Diğer taraftan, üçüncü kişinin veya işçinin kazadan tamamen sorumlu olmadığı hallerde ise işverenin sorumluluk düzeyi kusur oranına göre belirlenmelidir.[16]

Kusursuz sorumlulukta işverenin iş kazasından sorumlu olması için kusurlu olmasına gerek yoktur. İş kazası ile kaza sonucunda ortaya çıkan zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması işverenin sorumlu olması için yeterlidir. Başka herhangi bir şart aranmamaktadır.

5- SONUÇ

Yukarıda detaylı olarak Yargıtay kararları ve iş hukukunun önde gelenlerince yapılan yorumlar çerçevesinde; iş kazası olayının meydana gelmesinde kişisel kusuru bulunmayan şirket yetkilisine/yetkililerine yalnız bu sıfatı nedeniyle husumet yöneltilemeyeceği gibi şahsi kusurları saptanamayan şirket ortaklarının tüzel kişiliğin kusurundan dolayı bu sıfatla sorumlu tutulmalarının uygun olmayacağı değerlendirilmektedir.


[1] Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 12.10.2010 tarih ve 2008/35169 E., 2010/28779 K. sayılı kararı, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 14.01.2014 tarih ve 2013/25282 E., 2014/232 K. sayılı kararı

[2] SÜMER Haluk Hâdi, Bireysel İs Hukuku, 2006/07 ders notları

[3] SÜZEK Sarper, İş Hukuku, 2. Bası, İstanbul 2005, s. 130; UZUN Bekir, İş Yasasının Temel Kavramları, Yeni İş Yasası Semineri, İstanbul 2004, s. 19

[4] ENGİN Murat, İşveren Kavramı, İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda İşçi ve İşveren Kavramları ve Uygulamada Ortaya Çıkan Sorunlar ve Çözüm Önerileri 1997 Yılı Toplantısı, İstanbul 1997, S. 137

[5] SÜZEK Sarper, İş Hukuku, 2. Bası, İstanbul 2005, s. 134-135; ENGİN Murat, İşveren Kavramı, İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda İşçi ve İşveren Kavramları ve Uygulamada Ortaya Çıkan Sorunlar ve Çözüm Önerileri 1997 Yılı Toplantısı, İstanbul 1997, S. 125-126, 120 vd

[6] Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 02.07.2012 tarih ve 2010/6666 E., 2012/25526 K. sayılı kararı

[7] Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 14.01.2014 tarih ve 2013/25282 E., 2014/232 K. sayılı kararı ile Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 27.05.2014 tarih ve 2014/4883 E., 2014/11494 K. sayılı kararı

[8] Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 16.05.2002 tarih ve 2002/3888 E., 2002/4353 K. sayılı kararı

[9] ARASLI Utkan, Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar, Cilt 1, Turhan Kitabevi, Ankara, 2002, Sayfa 501, 502, 505

[10] ARASLI Utkan, Ticaret Şirket Ortaklarının İş Kazasından Kaynaklanan Hukuksal ve Cezai Sorumluluğu, Çimento İşveren, Temmuz 2010, S. 31-33

[11] GÜNAY Cevdet İlhan, Şerhli İş Kanunu,2. Bası Yetkin Yayınları, sh:214-216, GÜNEREN Ali: İş Kazası veya Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları 2010 Adalet Yayını, sh:196-597 Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 14/05/2008 gün, 2009/17331-6869 sayılı kararı

[12] ARASLI Utkan, Ticaret Şirket Ortaklarının İş Kazasından Kaynaklanan Hukuksal ve Cezai Sorumluluğu, Çimento İşveren, Temmuz 2010

[13] MOLLAMAHMUTOĞLU, H. (2008). İş Hukuku (Genel Kavramlar-Bireysel İş İlişkileri). Ankara: Turhan Kitabevi, s.992.

[14] AKIN, L. (2013). İş Kazalarından Doğan Tazminat Davalarında İşveren Kusurunun Belirlenmesinde Ölçüt. Çimento Endüstri İşverenleri Sendikası Dergisi, 27(6), s.46.

[15] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2012/21-1121, Karar: 2013/386, Tarih: 20.03.2013

[16]BALCI, M. (2006). İş Kazası ve Meslek Hastalığı Nedeniyle İşverenin Sorumluluğu. Sicil Dergisi, (4). s.162.